Nasıl bir cumhuriyet ki yüz yıllık tarihinin son yirmi beş yılı aynı iktidarla yönetilmiş olsun? Demokrasinin sadece üç dört yılda bir adayına mührü basıp zarfını sandığa atmak olarak bilindiği bir toplum için nasıl bir seçim özgürlüğünden bahsedebiliriz? Yıl 1923. Yıkılan ve harap haldeki bir imparatorluktan geriye kalanlar için bir cumhuriyetin ilanı. Peki ama kimin için kim tarafından? Osmanlı halkı şimdi bir cumhuriyet vatandaşı. Öyle mi oldu gerçekten, gelin birlikte en başından bugüne tekrardan bir bakalım.
Osmanlı son dönemi hepimizin aşina olduğu bir konudur. İstanbul’daki saltanatın nasıl yavaş yavaş eridiğini, doğu ve batı toprak kayıplarını, önü alınamaz borçlanmalar. 19.yy Anadolu’su bugün kıyamet sonrası filmlerini aratmayacak kadar harap bir durumdaydı. Halkın savaşabilir olan kısmı askere gidiyor geri kalan kadın çocuk ve yaşlılar dönemin salgın hastalıklarıyla ve besin yetersizliğiyle hayatta kalma mücadelesi veriyordu. Ulaşımın pek çok büyük beldeye dahi zor olduğu bir dönemde köyler çoktan kaderine terk edilmiş, dağ eşkıyalarının insafına kalmıştı. Çalışabilecek, üretebilecek iş gücü savaşlarda ölüyordu. Geride kalanlara bir de balkanlardan gelen göçmenler ekleniyor besin ve barınma problemi daha da artıyordu. Bundan en fazla dört nesil önce yaşayan atalarımızın içine donduğu dünya burasıydı işte bu topraklarda. Savaşlar, salgın hastalıklar, açlık ve kimsesizlik. Cumhuriyet, bu topraklar için sadece bir oy hakkı değildi. Bir halkın çaresizliğine ve kimsesizliğine aklın yoluyla sahip çıkma mücadelesiydi. Bir halka var olma hakkını tanıyan yegâne şeydi. Peki neden bugün bu durumdayız? Gelin o 100 yılda ne olmuş ona bakalım bir de.
1923 sonrası, hiçbir şeyi kalmayan bir halkın toprağını yeniden yeşertme çabası başlıyor. İnkılaplar, yasalar, okullar, fabrikalar cumhuriyetin ilk yirmi yılı hummalı bir ayağa kalkma ve yapı kurma gayesiyle geçiyor. Savaştan geriye kalan halk başka devletlerin boyunduruğu altına girmeden vatanında yaşamını sürdürüyor. Batıda az biraz okumaya meyilli olanlar hemen daha büyük bir şehre gönderiliyor. Bir medeniyeti ilerletecek olan akıl ve bilim çıkıyor çıkmasına ama geldiği yere geri dönmemek üzere ilerliyor hep. Son kırk yıl öncesine dek neredeyse tüm bir Anadolu’nun doğru dürüst ne yolu ne suyu ne de elektriği var. Her köy her belde kendi kendini anca döndürüyor. Doğuya gittikçe işler daha da kötü. Orada ne halk halk ne devlet devlet olabilmiş daha. Yüzlerce toprak ağası ve ona hizmetle varlığı sınırlandırılmış binlerce yüz binlerce insan, halk. Hak da hukuk da aş da ağanın eline bakıyor orada. İşte bin dokuz yüz kırklar.
Derler ki nerede bir halk ayağa kalkıp kendine bir istikamet seçmeye kalksa batıdan gelen obur ve sinsi bir canavar hemen salyasını akıtarak gelir dümeni eline alır. İkinci dünya savaşına fiilen katılmayan ülke, Cumhuriyet sonrası ilk en büyük ekonomik krizini bu dönemde yaşamıştı. Sonrasında gelen çok partili dönemde, daha da demokratikleşme ve özgürleşme, halkın ve köylünün cebine para girmeye başlamıştı. Yollar yapılıyor, tarım güçleniyor, parayla beraber kentin yolunu da bulan halk yavaş yavaş şehirlere göçmeye başlıyordu. Yeni düzende var olmak için yerini değiştiren ağalar artık köylüye tarladan değil meclisten sesleniyordu. Hem de emir vermek için değil vaat vermek için. Ancak o yıllar henüz pasta yemek için o kadar rahat değildi. Halkın demokrasiyle olan ilk büyük sınavı gelmişti. 1960 darbesi. Kiminin bayram günü kimininse yas. Silah ve siyaset ilk ciddi kavgasına girmişti. Halksa bu iki güçten hangisi kazanırsa onun altında yaşamaya devam ediyordu.
Yetmişlere geldiğimizde dünya da Türkiye de iki gücün sesi arasında çalkalanıyordu. Dışarıda soğuk savaş devam ederken içeride ideolojiler öğreniliyor, sloganlar bulunuyor, çatışmalar her geçen gün daha kanlı daha ağır bedellerle dolu oluyordu. Halktan birileri sonunda halk için bir şeyler söylüyordu. Birileri biz halkız demeyi ve hakkını talep etmeyi öğreniyordu. Anadolu’daysa köyden çıkan geri dönmüyor kalansa bir ufuk öteye bakmıyordu. Büyük şehirlerdeki kavgaların sesi günden güne artarken gerideki halk hala sessiz ve temkinli olduğu yerde duruyordu. Bir elin çıkıp da ne yöne gidileceğini işaret etmesi mi gerekiyordu hep? İşte 1980 darbesi. TSK’nın son müdahalesi, Türk halkının hafızasının da en büyük dehlizi olan darbe. İşkenceler, sıkıyönetimler, korku ve geri çekilme.
Derler ki bir çark bir kere işlemeye başladı mı öğütebileceği son başağa dek döner durur. İstanbul ve Ankara da silahlar patlıyor. Faili meçhul cinayetler. Bugün dahi aydınlatılmamış, kim için kim tarafından yaptırıldığı açıklığa kavuşmamış dosyalar. Tek bir hakikat var; bu bir düşünen, soran insan katliamıdır. Türkiye’nin aydın insanına bir soykırım girişimidir. Bir toplum, hele ki kendi gölgesinden dahi ürken, yolu gösterecek bir işaretleyici olmadan ilerleyemeyen bir toplum aydınsız kaldığında ne olur?
Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşundan bugüne geçen zamanda olan ve biten her şeyi bugün oturup tekrar baştan öğrenmek, ezberlemek faydasız. Gün sonunda olan tek şey, dümenin nerede olduğunu kime ait olduğunu bilmeyen, var olma güdüsünden önce korkusu ağır basan bir toplumun başına gelen olaylar silsilesi. En büyük kabusu başka bir güç tarafından istila edilmek olan bir toplum ebetteki kendinden olduğunu düşündüğü en güçlü otoriteye sıkı sıkıya tutunacak, her şartta ve koşulda arkasından gidecektir. Daha yüz yıl önce atalarımız topraklarını savunarak bir savaşı kazandılar. Bu halk cumhuriyetle birlikte yaşama hakkını kazandı. Anadolu uzak bir diyar olmaktan, tozlar ve hastalıklar içerisinden çıkıp şehirlere, insanlarla dolu kentlere dönüştü. Bugün dünya her yıl teknoloji ve bilimin sınırlarını tekrar tekrar aşarken, yüz yıl önce yok olmanın eşiğindeki bir halk olan bizler, o günlerden kalan kimsesizlik ve çaresizlik hisleriyle dolu, geçmişten bugüne yanımızda sürüklediğimiz bu korkuyla nefes alan gölgeleri ne zamana kadar taşıyacağız? Ne zaman gözümüzü açıp en büyük düşmanımızın bu gölgeler olduğunu göreceğiz? Her yerini acı ve kayıp sarmalıyor ülkenin, insanına, toprağına, ağacına dek hırpalanıyor ve eziliyoruz. Uyan ey halkım demek istiyorum, uyan en insan yerinden birlikte insanca yaşamı inşa edelim, bu onursuz yoksulluğu silip atalım gerçeğimizden.

Yorum bırakın